14 Mayıs 2012 Pazartesi

Türkiye Tanıtrım

Kısa Süreli tanıtım videosu...

Van


Van ve çevresinin coğrafya ve savunma bakımından önemli bir konumu olduğu için çok eski dönemlerden beri yerleşim alanı olmuş, birçok uygarlığın izlerini üzerinde barındırmıştır.
Van şehri, kültür varlıkları, doğal güzellikleri, yöresel gelenekleri, ulaşım imkânları ve dört mevsim farklı güzellikler yaşatan iklimiyle önemli turizm merkezlerindendir.

Van ve çevresi eski çağlardan beri devingen bir bölgedir. En eski Türkmen yerleşim alanlarından olan şehir değişik zamanlarda çeşitli etnik grupları barındırmıştır. Ayrıca bir sınır kenti olduğundan komşu ülke kültürlerinden de etkilenmiş olması Van’da oldukça renkli bir kültürel birikimin doğmasına neden olmuştur.

Van ilinin adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemektedir. İlde adı bilinen en eski yerleşme, uzun yıllar Urartuların başkenti olan Tuşpa’dır. Yörenin en eski adı yine Urartular döneminden kalmadır. M.Ö. 9. yüzyıldan sonra bölge Urartu yazılı belgelerinde Biaina/Biane ülkesi, Assur kaynaklarında ise Nairi olarak geçmektedir. Tuşpa’nın başkent olarak kurulması I. Sarduri zamanında M.Ö. 9. yüzyıldadır. Van Kalesi Höyüğü’ndeki arkeolojik çalışmalar kent geçmişinin M.Ö. 3000’lere, Eski Tunç Çağı’na kadar gittiğini göstermiştir. M.Ö. 7. yüzyılda II. Rusa döneminde Urartu idare merkezi Rusahinili (Toprakkale) yapılmışsa da Urartu kralları “Tuşpa’nın Efendisi” unvanını gurur duyarak kullanmışlardır. M.Ö. 6. yüzyıl başlarında, İskit ve Med akınları, Urartu Krallığı’nın ve Tuşpa’nın sonunun gelmesine neden olmuştur. Eski Tunç’tan I. Dünya Savaşı sonuna kadar kesintisiz olarak yerleşime sahne olan kentte Hurriler, Urartular, Medler, Persler, Parthlar, Bizanslılar, Sasaniler, Selçuklular, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenleri, Safeviler ve Osmanlıların izleri görülür. Osmanlılar döneminde Eyalet statüsü kazanmış olan Van’da o dönemde önemli gelişmeler olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar tarafından işgal edilen Van ve çevresi 2 Nisan 1918’de işgalden kurtarılmıştır. İşgalden kurtulduktan sonra “Bağlar mevkii” denilen bugünkü yerinde yeniden kurulmuştur. 1923 yılında il olan Van şehri gelişerek çağdaş bir kent olmuştur.

Zonguldak Tanıtım



Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Zonguldak, doğusunda Karabük, batısında Düzce ve Karadeniz, güneyinde Çankırı ve Bolu, kuzeydoğusunda Bartın, Kuzeyinde de Karadeniz ile çevrilidir. İl toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahip olup, akarsu vadileri ile yer yer derin şekilde parçalanmış, ortayükseklikteki alanlardan oluşmuştur. Zonguldak Kuzey Anadolu Dağları’nın batı kesimini oluşturan Karadeniz’e paralel iki sıra dağlarla engebelenmiştir. Kıyı dağlarından Küre Dağları ilin kuzeydoğu kesiminde yer alır. Ayrıca kuzeyini kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan Zonguldak Dağları, batı ve güney kesimini de Akçakoca Dağları kaplamaktadır. Zonguldak Dağlarından olan Göl Dağı 771 m.ye, Akçakoca Dağlarından da Orhan Dağı 905 m. ile ilin en yüksek kesimleridir. Bunların dışında Baçaklıyayla Tepesi (1.637 m.), Soğukoluk Tepesi (1.268 m.), Göktepe (1.416 m.), baba Dağı (1.120 m.), Kızıl Tepe (Kızıltaş) (1.468 m.), Atyaylası Tepesi (710 m.), Kantar tepe (905 m.), Orhan Tepe (920 m.), Arkut Dağı’nın (Gökçeler Dağı) kuzey uzantıları ve Keltepe (1.999 m.) ilin diğer engebeleridir. 

İlin en önemli limanının bulunduğu Ereğli geniş bir koy konumundadır. Baba Burnu, Hisar Burnu Zonguldak’ın Karadeniz’e yönelik çıkıntılarıdır. 


Karadeniz sahilinde, Ereğli-İnebolu arasındaki engebeli arazi Mezozoik çağda oluşmuştur. Bu nedenle de birçok yerde kömür içeren tabakalar yüzeyde kendini gösterir. Kretesinin altındaki karbonifer şeridi 160 km. uzunluğundadır. Filyos Çayının batısında kalan Zonguldak-Kozlu-Kandilli “Batı Kömür Havzası” Filyos Çayının doğusundaki pencereler “Doğu Kömür Havzası” adını alır. Azdavay ve Söğütözü gibi doğu kömür havzasına ait yerlerde prodüktif kömür damarlarına rastlanmaktadır. 

Zonguldak’ın büyük bir bölümünü kaplayan dağlık alanların dışında kalan alanlar platolarla kaplıdır. Başlıca vadiler; Filyos Çayı Vadisi, Alaplı Irmağı Vadisi, Gülüç ırmağı Vadisi ve Üzülmez Deresi Vadisidir. İlin engebeli yapısından ötürü düzlük alanlar fazla değildir. Karadeniz kıyılarında kıyı düzlükleri bulunmamaktadır. Yalnızca Çaycuma ve Ereğli’de akarsu vadi tabanlarının genişlediği kesimlerde küçük ovalar bulunmaktadır. 

Zonguldak su kaynakları bakımından oldukça zengindir. Filyos Çayı dışında büyük akarsular olmamasına rağmen, küçük akarsular il topraklarını parçalamıştır. Üzülmez deresi, Gülüç Deresi, Alaplı Çayları il topraklarındaki küçük akarsuları da toplamaktadır. Doğal bir gölü olmayan ilde, Gülüç, Ulutan ve Kozlu Baraj gölleri sulama amaçlı kullanılmaktadır. Ayrıca Çatalağzı’nda Dereköy, Karapınar’da Çobanoğlu göletleri ilin yapay gölleridir. 


İlin yüzölçümü 3.438 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 615.599’dur. 

Zonguldak’ta Karadeniz iklimi hüküm sürmekte olup, her mevsim yağış almaktadır. En fazla yağış sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Denizden iç kesimlere doğru gidildikçe, iklim biraz daha sertleşir. Yıllık yağış ortalaması 1234.96 mm., en yağışlı aylar 148.65 mm., Aralık ve 141.72 mm. ile Ocak aylarıdır. Yağışlar kıyılardan iç kesimlere doğru gidildikçe hem azalmakta hem de yağmurdan kara dönüşme özelliği göstermektedir. 

İl topraklarının büyük bir bölümü ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda kayın, meşe, kestane, çınar, ıhlamur ve kızılağaç, gürgen, karaçam, sarıçam, kızılçam ağaçları bulunmaktadır. Akarsu kenarlarında da söğüt ve kavak ağaçları vardır. Bitki örtüsü bakımından çok zengin olan ilde, her çeşit bitkiye rastlanmaktadır. 

Zonguldak’ın ekonomisi madencilik, sanayii, tarım, hayvancılık ve balıkçılığa dayalıdır. Türkiye’deki taşkömürü 1848’den bu yana kullanılmaktadır. İldeki sanayi kuruluşlarının büyük çoğunluğu kömür ve kömür ürünlerine dayalıdır. Ereğli’deki Erdemir Demir-Çelik Tesisleri, Çimento Fabrikası, Çaycuma’daki Kağıt fabrikası, Hisarönü’ndeki Filyos Ateş Tuğlası Fabrikası ve Çatalağzı Termik Santrali başlıca sanayii kuruluşlarıdır.Bunun yanı sıra tuğla, kiremit, mermer, seramik, sunta ve kereste gibi inşaat malzemeleri üreten atölyeler ile Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun işlettiği ocaklar bulunmaktadır. 


İlde yetiştirilen tarımsal ürün olarak; arpa, buğday, mısır, patates olmak üzere sebze ve kivi, ceviz gibi çeşitli meyve yetiştirilmektedir. Son yıllarda sera sebzeciliği gelişme göstermiştir. Hayvancılıkta ise yüksek kesimlerde koyun, kıl keçisi ve Ankara keçisi yetiştirilir. Kırsal alanlarda da sığır ve manda besiciliğinin yanında tavukçuluk ve arıcılık da yapılmaktadır. Hayvancılığa bağlı olarak süt, peynir, yoğurt üretilmektedir. Kıyı kesimlerinde balıkçılık yapılmakta olup ilin ekonomisinde önemli bir yeri vardır. Türkiye’nin balık üretiminin büyük çoğunluğu buradan sağlanmaktadır. 

Orman yönünden zengin olan ilde; halkın belirli bir kesimi ormancılıktan sağlamaktadır. Özellikle bu ormanlardan elde edilen maden direği ocaklarda kullanılmaktadır. Ayrıca ilde halı ve kilim tezgahlarında dokumacılık, Devrek’te baston yapımı gibi küçük el sanatları da ekonomisinde etkilidir. Son yıllarda yayla turizmi, dağcılık, mağaracılık ve av turizmi yaygın biçimde yapılmaya başlanmıştır. 

Zonguldak adının kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. Bu söylentilerden birine göre; kent merkezinin Üzülmez Deresi’nin ağız kısmında yer alması ve derenin ilk çağda “Sandra” adıyla anılması, burada kurulan yerleşmenin de “Sandaraca” adını taşıması nedeniyle, zamanında bu adın Zonguldak’a dönüşmüştür. Diğer söylentiye göre de, yörenin sazlık ve bataklıklarla kaplı olması ve bunun yörede “Zongalık” olarak adlandırılmasına bağlı olarak, sözcüğün zamanla değişerek bugünkü halini aldığı şeklindedir. Bir diğer söylentiye göre ise kent adını, ocakları ilk eşleten Fransız ve Belçika şirketlerinin kentin hemen yanındaki Göldağı mevkiini nirengi noktası almaları sonucu, Göldağı kesimi ya da bölgesi anlamına gelen “Zone Ghuen Dagh”ın Türkçe okunuşundan almıştır. 


Zonguldak yöresinin tarih öncesi çağları ile ilgili bilgiler tam bir kesinlik kazanamamıştır. MÖ.VI.yüzyılın başlarında Megaralı Kolonistler Karadeniz kıyılarında birtakım ticari kentler ve iskeleler kurmuşlardır. Bunların başında Herakleia Pontika (Krdz.Ereğlisi), Teion (Filyos-Hisarönü), Sesamos (Amasra) ve Kromnay gelmektedir. Bu yerleşim alanları ve iskeleler yüzyıllar boyunca önemini korumuştur. 

Antik Çağlarda Bithynia ile Paplagonia’nın kesiştiği noktada bulunan Zonguldak yöresinde Frig (MÖ.1200/750-676), Kimmer, Pers (MÖ.555-333), Makedonya (MÖ.IV.yüzyıl), Bithynia ve Pontus Krallığı ( MÖ.IV.-I.Yüzyıl), Roma (MS.I.-IV.yüzyıl) ve Bizans (MS.IV.-XIII.yüzyıl) dönemlerinde yerleşimler olmuştur. Bu dönemlere ait kalıntılar günümüze kadar gelmiştir. 

Zonguldak yöresi Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve kardeşi Mansur’un akınlarına uğramıştır. Emir Karatekin 1084’te Karadeniz Bölgesi’ndeki yerleşim alanları ile birlikte Zonguldak’ı da ele geçirmiştir. Ardından Bizanslılar yeniden yöreyi ele geçirmişlerdir. Anadolu Selçuklularının çöküşünden sonra Kastamonu ve Zonguldak yöresinde bir beylik kuran Hüsamettin Çoban Bey Zonguldak yöresini tamamen egemenliği altına almıştır. Bu arada Cenevizliler ve Bizanslılar sürekli buraya akınlar düzenlemişlerdir. Candaroğulları yöreyi ele geçirdilerse de o dönemdeki siyasi karışıklıktan ötürü Zonguldak’ı alamamıştır. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı topraklarına katılmış, ancak Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur yöreye hakim olmuştur. Timur’un Anadolu’dan çekilmesinden sonra Çelebi Mehmet 1413’te Osmanlılarda bütünlüğü sağlamıştır. Yöre, Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1460’ta kesin olarak Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. 


XVIII.yüzyılın ikinci yarısında Şile’den Cide’ye kadar olan Karadeniz kıyılarındaki bir çok iskele “hatab (odun) iskelesi” ismini taşıyordu. Bunlardan belli başlıları; Karasu, Ereğli, Filyos, Bartın, Amasra ve Cide’de bulunuyordu. Bugünkü Zonguldak’ın il merkezinin bulunduğu yer Ereğli’ye bağlı Tahta İskelesi’nin çevresinde İstanbul’a gönderilecek kereste depoları bulunuyordu. 

XIX.yüzyılda Zonguldak’ta taşkömürü yataklarının bulunması ve üretime geçilmesi ile birlikte Zonguldak önem kazanmıştır. 1899’da kaza merkezi yapılmış, yabancı şirketlerin Kozlu’daki yönetim merkezleri 1909’da buraya taşınmıştır. Zonguldak’ın Belediyesi 1899’da kurulmuştur. Bu dönemde Kastamonu vilayetine bağlı, Kastamonu merkez sancağı ile Bolu sancağının sınırları içerisinde bulunuyordu. I.Dünya Savaşı sırasında Zonguldak Limanı Rus donanması tarafından bombalanmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra (30 Ekim 1918) taşkömürü üretim bölgesini ele geçirmek amacıyla Fransızlar 8 Mart 1920’de Ereğli ile birlikte Zonguldak’ı da işgal etmişlerdir. Fransız birlikleri 21 Haziran 1920’de yöreden çekilmiştir. TBMM 1920’de Zonguldak’ı bağımsız Mutasarrıflık yapmış, sancakların kaldırılmasından sonra da, 1924’te il konumuna getirilmiştir. 


Zonguldak il merkezinde herhangi bir eser bulunmamaktadır. Ancak Zonguldak yöresinde günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Herakleia Pontike (Kdz.Ereğlisi), Tieion (Filyos-Hisarönü) antik kentleri bulunmaktadır. Bu kentlere ait sur kalıntıları, su kemerleri, mimari parçalar, Ereğli Kalesi, Filyos Kalesi, Filyos Antik Limanı, Bizans dönemine ait Kilise, Çeştepe mevkiindeki Tümülüs, Bozhane Cami, Halil Paşa Cami, Kırmanlı Cami, Molla Halil Cami, Ali Molla Cami, İskele Cami, Ağa Cami, Hacı Eşref ve Akarca Mescitleri, Kayabaşı Ziyaretgahı, Aktaş Şeyhi Türbesi, Seyit Nasrullah Efendi Türbesi, Keşif Tepedeki (Çeştepe) Demirci Dede, Kentteki Kuştepe ve kıyıdaki Mersin Dede türbeleri, Hacı Mehmet Çeşme ve Murtaza Mahallesi Çeşmesi, Uzun Mehmet Anıtı, ve Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır. Ayrıca Gökgöl, Kızıl Elma, Sofular, İnağzı, Çayırköy, Cumayanı, Ilıksu, Erçek ve Cehennemağzı Mağaraları, Karaçayır Kaplıcası ve Harmankaya, Değirmenağzı, Güneşli Kayalıdere Şelaleleri ilin belli başlı doğal güzelliklerindendir.

Sinop


00004019Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Sinop, doğusunda Samsun, güneyinde Samsun ile Çorum, batısında Kastamonu, kuzey ve kuzeydoğusunda da Karadeniz ile çevrilidir. Aynı zamanda Sinop, Anadolu’nun Karadeniz’e uzanan en kuzey kesiminde, Boztepe Burnu ve Yarımadası üzerinde kurulmuştur. Sinop orta yükseklikteki dağlık alanlardan oluşan coğrafi bir yapıya sahiptir. Üç sıra halindeki Kuzey AnadoluDağları’nın kuzeydeki ilk iki sırasının doğu kesimleri il sınırları içerisinde kalır. İlin orta kesimini İsfendiyar Dağları olarak tanımlanan Küre Dağları, güneyini de Ilgaz Dağlarının doğu uzantıları engebelendirmektedir. Küre Dağları 3. Jeolojik zamanın başlarında meydana gelen Alp-Himalaya kıvrım kuşağı üzerindedir. Bunlar yüksek genç dağlar olup, diğer dağlar kadar aşınmaya uğramamışlardır. Bu dağların en yüksek noktası Küre Dağları üzerindeki Zindan Dağı (1.717 m.), Ayancık’ta Çangal Dağı (1.605 m.) ve Boyabat’daki Dranaz Dağıdır (1.345 m.). Bu engebeli alanlar dışında il topraklarının büyük bölümü platolar halindedir. Buradaki dağlık alanlar ve platolar zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. 

00004020Karadeniz’in en girintili ve çıkıntılı kıyılarına sahip olan Sinop’ta Köşk, Kayser, Karakum, Selamet, Boztepe, Sinop, Feryat, Bozburun, İnce, Güllüsu, Usta gibi bir çok önemli burunlar bulunmaktadır. Karadeniz kıyılarının hiçbir yerinde buradaki kadar korunaklı koy ve körfezlere rastlanmaz. Sinop’ta iki önemli liman bulunmaktadır. Bunlardan güneydoğudaki koyda bulunan asıl liman, kuzeybatıdaki Akliman ile Hamzaroz Koyu da eski çağlarda barınak olarak kullanılmıştır. Sinop kıyılarında Sarı Ada, KaraAda, Tavşan Adası olmak üzere üç tane yerleşime açık olmayan küçük adacıklar vardır. 

Kıyı kesiminin ardında yükselen dağların üst kısımlarında yer yer ormanlarla çevrili yaylalar bulunmaktadır. Bu yaylaların başlıcaları; Yassıalan, Düdekoğlu, Sucuoğlu, Çan, Altınyayla, Kocaoğlu, Mehmetli, Aluç, Dariözü, Yaylacık, Sakızlı yaylalarıdır. Dağlarla kıyı kesimi arasında büyük düzlükler halinde ovalar bulunmaktadır. Sinop ve Boyabat ovaları bunların başında gelmektedir. 

00004028İlde, Boyabat-Durağan yöresindeki Kızılırmak vadisinin dışında büyük vadiler yoktur. Akarsuların kendi adını verdikleri bir çok küçük vadi bulunmakta olup, aynı zamanda ilin arazi yapısını göstermektedir. 

Kuzey Anadolu kırık çizgisi üzerinde yer alan Sinop, 4. derece deprem bölgesindedir. İl alanı genellikle II. Jeolojik Zamanda oluşmuştur. Yarımada, volkanik yapılıdır. Sülük Gölü eski bir volkanik kütledir. 

İl topraklarını Gökırmak, Çatalzeytin Çayı, Ayancık Çayı, Tepe Çayı, Ayardin Deresi, Kanlı Dere, Çakıroğlu Çayı, Kırkgeçit ve Sarımsak Çayları Karasu ve Gebelit Çayları sulamaktadır. İlin güneydoğu sınırlarını çizen Kızılırmak’ın en büyük kollarından olan Gökırmak il sınırları içerisinden kaynaklanmaktadır. Bu akarsulardan Gökırmak Boyabat ovasını sulayıp Kızılırmak’a dökülür. Çatalzeytin, Ayancık, Karasu, Kanlıçay ve Kabalı çayları da Karadeniz’e dökülmektedir. Sinop’ta az sayıda küçük göller bulunmaktadır. Bunlardan Sinop Yarımadası üzerindeki Sülük Gölü, deniz seviyesindeki Sarıkum Gölü, deniz seviyesi altında olan Karagöl ve yarı bataklık halindeki Aksaz Gölü belli başlılarıdır. Ayrıca Taşmanlı ve Bektaşağa göletlerinden sulu tarım için yararlanılmaktadır. Yüzölçümü 5.862 km2 olan Sinop’un, 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, toplam nüfusu 227.933’tür. 

0209Her mevsim bol yağış alan il toprakları zengin orman ve bitki örtüsüyle kaplıdır. İlin kıyı şeridinde Akdeniz bitkileri de görülür. Meşe defne, karaağaç, çınar, fındık, kızılcık, kayın, gürgen, karaçam ve sarıçamdan oluşan ormanlarla kaplıdır. Ayrıca bu ormanlarda, oldukça gür bir orman altı örtüsü vardır. Bu örtü, defne, ılgın, kızılcık ve çitlembiklerden oluşur. İlin güneyine gidildikçe de bitki örtüsü bozkırlaşmaya başlar. 

Sinop’un kuzey kesiminde Karadeniz iklimi hüküm sürmektedir. İlin güney kesimlerinde ise kıyıya paralel uzanan dağlar nedeniyle, Karadeniz ikliminin etkisi giderek azalmaktadır. Bu bölgede yağışlar azalır, sıcaklık düşer, Karasal ikliminin etkileri görülmeye başlar. Sahil şeridinde ortalama yağış miktarı 679- 1077 mm.dir. En yüksek sıcaklık 35 C, en düşük sıcaklık -8,4 C.dir. İç kesimlerde ise ortalama yağış 388- 473 mm.dir. En yüksek sıcaklık 41 C., en düşük sıcaklık -10,5 C.dir. 

00004029İlin ekonomisi tarım, ormancılık, hayvancılık, balıkçılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında buğday, mısır, arpa, şeker pancarı, patates, pirinç, soğan, domates, elma, armut ve kestane gelmektedir. Az miktarda tütün ve yem bitkileri yetiştirilir. Hayvancılık önemli bir gelir kaynağı olup, alçak kesimlerde sığır ve manda, platolarda Ankara keçisi ile koyun yetiştirilir. Ayrıca tavukçuluk ve arıcılık da yapılmaktadır. İlin geleneksel uğraşlarından biri de balıkçılıktır. Açık deniz, kıyı balıkçılığı ve tatlı su balıkçılığı yapılır. Ormancılık ta başlıca gelir kaynakları arasındadır. Kalkınmada ikinci derecede öncelikli iller kapsamına alınan Sinop’ta un, balık unu, balık yağı, çeltik, süt ürünleri, orman ürünleri, dokuma, cam, tuğla, kiremit, çivi, ****l fabrikaları, tekstil, mermer atölyeleri ile yaprak tütün işletmesi bulunmaktadır. Yer altı kaynakları yönünden yoksul olan ilde cam sanayiinde kullanılan kum yatakları vardır. 

00004031Sinop’ta Demirciköy, Kocagöz ve Maltepe Höyüklerinde Prof. Ekrem Akurgal, Prof. Afif Erzen ve Münster Üniversitesinden Ludwıg Budde tarafından yapılan kazı ve yüzey araştırmalarında ele geçen buluntular, yörenin İlk Tunç Çağında (MÖ.3500-2000) yerleşime açıldığını göstermektedir. 

Anadolu’nun en kuzey noktası olarak bilinen İnce Burundaki fenerin batı kesimlerinde kıyını hemen yamaçlarında ele geçen, kesici, yan kazıyıcı, omurgalı kazıyıcı ve yonga parçaları diye adlandırılan taş aletler Üst Paleolitik Çağa (M.Ö. 30.000-10.000) tarihlenmektedir. Müze Müdürlüğünce yürütülen yüzey araştırmasında 44 adet höyük tespit edilmiştir. Bu höyüklerde ele geçen buluntulara göre, özellikle sahil şeridine yakın nehir ağızlarında ve nehir vadileri boyunca Kalkolitik Çağ ’dan (M.Ö. 5.500-3200) itibaren yerleşildiğini ve Tunç Çağı boyunca (M.Ö. 3200-1200) yerleşime sahne olduğu görülmektedir. 

00004032Yapılan yüzey araştırması, bölgede M.Ö. XVIII. Yüzyıl ile M.Ö. VIII. Yüzyıl arasında yerleşim izine rastlanmadığını bu dönemin Sinop için karanlık bir dönem olduğunu ortaya koymuştur. Hitit metinlerinde adı geçen Kaşkaların bölgede yaşayıp yaşamadıklarını gösteren arkeolojik bir bölge henüz saptanabilmiş değildir. Araştırmanın ortaya koyduğu bir gerçek de Sinop’ta İlk Tunç yerleşimlerinin büyük bir yangın sonucunda terk edildiği ve bu dönemden itibaren M.Ö.VIII.yüzyıla kadar karanlık bir dönemin başladığıdır. 

Hititlerin önemli bir yerleşimi olan Sinop’ta Sinuwa (Sinope) kenti bulunuyordu. Kuruluş tarihi kesinlik kazanamamakla beraber; Sinuwa’nın (Sinope) hangi tarihte kurulduğu bilinmemekle birlikte, Hititler döneminde, Karadeniz kıyılarının en önemli kentidir. O dönemde, Anadolu’nun doğu-batı ekseni arasında ulaşımı sağlayan ana yol, Hattuşaş’tan geçip Ephesos’da denize ulaşıyordu. Sinuwa’nın o çağda gelişebilmesi de yalnız, Hattuşaş’ı Karadeniz’e bağlayan yolun ucunda olmasından kaynaklanıyordu. 

00004033MÖ. 756 yılında Milet’ten ayrılan ve kendilerine yeni bir şehir kurmak isteyen Miletoslu göçmenler buraya gelerek bugünkü Sinop’un ilk temelini atmışlar ve bu şehre Sinope adını vermişlerdir. Antik Çağın ünlü düşünürlerinden Diogenes’in (Diojen) Sinop’ta doğmuş olması da kentin önemini arttırmıştır. 

Sinop ve civarına yayılan Lydia ve Kimmer egemenliğinden sonra Sinop’a ikinci bir kolonizasyon hareketi yapılmıştır. MÖ.630’da Lydialıların 546’da Persler tarafından yıkılmasına kadar süren dönemde Sinop tarihi karanlıktır. Perslerin Karadeniz kıyılarındaki şehirleri nasıl idare ettikleri kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, varlıklarını koruyan bu şehirlerin Perslerin atadıkları Tiranlara vergi ödedikleri sanılmaktadır. Sinop bu dönemde önce Kapadokia Satraplığı, daha sonra da Pontus Kapadokiası sınırları içerisinde kalmıştır. MÖ.V.yüzyılda Sinop yöresi Perikles yönetimine bağlanmıştır. 

Büyük İskender’in Persleri 334 ve 332’de yenmesinden sonra yöre Makedonyalıların egemenliği altına girmiştir. İskender’in ölümünden sonra Seleukosların yönetimine giren yöre, MÖ.III.yüzyılda Pontus Krallığının hakimiyetine girmiştir. MÖ.I.yüzyılda Karadeniz kıyılarının büyük bir bölümü ile birlikte Sinop’a da Romalılar hakim olmuştur. İmparator Cesar zamanında şehre maddi yardımlarda bulunulmuş ve kentin daha gelişip büyümesi sağlanmıştır. 

00004035Bizans dönemi konusunda tarihler Sinop’la ilgili yeterli bilgi vermemektedir. Bununla beraber, Genç Pliny’nin Trajan’a yazdığı bir mektuptan Sinop’ta çok sayıda Hıristiyan’ın yaşadığı anlaşılmaktadır. İdari olarak Armeniakon ve Pontus Themalarında dinsel olarak da Hellenpotos Metropolitliğine bağlı olarak gösterilen Sinop’ta günümüzde harabeleri bulunan Balatlar Manastır Kilisesi’nin VI. Yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde askeri önem kazanan Sinop’un kale içine çekildiği ve tarih boyunca gelişmiş bulunan ticaret ve kültürünün dinsel bazı olaylar nedeniyle gerilediği sanılmaktadır. Iustinianus zamanında Sinop’un kaleler, su yolları, köprüler ve kiliselerle geliştirildiği ancak, kısa süre sonra ortaya çıkan Arap istilaları bu gelişmeyi engellemiştir. İstanbul’un Latinler istila edilmesinden sonra I. Andronikos’un torunlarından Komnenoslu Aleksios ve David yönetiminde Karadeniz’in güneydoğu kıyısında Trabzon Rum Devleti kurulmuştur 

Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra, Paflagonya ve Sinop çevresi Süleyman Şah’ın komutanlarından Karatekin tarafından 1085’te Bizanslılardan alınmıştır. Bundan sonra yöre Bizanslılar ve Selçuklular arasında siyasi çekişmelere neden olmuştur. XIII.yüzyılda Sinop yöresi Trabzon Rum İmparatorluğu’na bağlanmışsa da Anadolu Selçukluları yöreyi yeniden ele geçirmiştir. Moğolların Anadolu’yu işgalinden sonra sürekli el değiştiren Sinop, 1277’de Pervaneoğullarına, 1322’de Candaroğullarına bağlanmış 1461’de de Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. 

00004036Osmanlı döneminde Gelibolu ile birlikte Sinop’ta deniz üssü olarak kullanılmış ve Kastamonu sancağına bağlanmıştır. XVI.yüzyılda Celali ve Suhte ayaklanmaları şehre zarar vermiş, 1614’te Kazaklar buraya saldırmışsa da Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa onların şehri almasını engellemiştir. Kazakların Sinop’a yönelik saldırıları Sultan IV.Murad döneminde sona erdirilmiştir. 
XVIII. Yüzyıl sonlarında Rusların Kırım’ı işgalleri sırasında Sinop’ta tersanenin yoğun olarak gemi yapımında çalıştığını Osmanlı arşivlerinden öğrenilmektedir. 1853 yılında Rus donanması tarafından yapılan Sinop baskını Osmanlı Devleti ve müttefikleri ile Rusya arasında Kırım Savaşı’nın başlamasına neden olmuştur. Kırım Savaşı sonrasında Sinop sancağına Kafkaslardan gelen göçmenler yerleşmiştir. Bu savaştan sonra imzalanan Paris Antlaşması’na göre tarafsız bölge haline getirilen Karadeniz’de Osmanlı Devleti ve Rusya ne tersane ne de donanma bulundurmayacaklardı. Bu anlaşmadan sonra Sinop’ta ufak çapta da olsa tersane faaliyetinin olduğu anlaşılmaktadır. Sultan II.Abdülhamid döneminde Sinop Kalesi hapishane olarak kullanılmıştır. 

00004039XIX.yüzyılda yöre, Kastamonu vilayetine bağlı Sinop sancağının sınırları içerisinde kalmıştır. I. Dünya Savaşından sonra, bağımsız bir Rum Pontus Devleti kurmaya amaçlayan ayrılıkçı çeteler, zaman zaman Sinop yörelerine de saldırmışlardır. Üçüncü Ordu Müfettişliğine ve Milli Mücadeleyi başlatma görevine atanan Mustafa Kemal Paşa, 18 Mayıs 1919 günü Sinop’a uğramış ve buradan Samsun’a hareket etmiştir. Eylül 1919’da şehirdeki küçük İngiliz birliği, Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey’i tutuklamak ve hükümet konağına İngiliz Bayrağı asmak istemişse de, halkın sert tepkisi üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Sinop ve yöresindeki Milli Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin teşkilatlanması Mazhar Tevfik Bey’in gayretiyle hızla gelişmiştir. Sivas Kongresinde alınan karar gereğince, Sinop ve nahiyelerinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin birçok şubesi açılmıştır. 
00004042İstiklal Savaşı’nda en çok şehit veren bölgelerden olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra il konumuna getirilmiştir. Cumhuriyet dönemi Sinop tarihinin en önemli olaylarından biri de, Mustafa Kemal Atatürk’ün 15 Eylül 1928’de şehre gelerek harf inkılabıyla ilgili ilk işareti ve dersi burada vermeleridir. 

Sinopta günümüze gelebilen tarihi eserler: Sinop Kalesi (1215), Balatlar Kilisesi, Muineddin Süleyman Pervane Medresesi (XIII.yüzyıl), Alaaddin Camisi (1267), Saray Camisi (1374), Fethi Baba Mescidi (1353), Ulu Bey Mescidi (1358), Kadı Mescidi (1364), Cezayirli Ali Paşa Camisi, Meydankapı (Süleymaniye) Camisi (1878), Kefevi Camisi (1806), Kaleyazısı Mehmet Ağa Camisi (1062), Seyyid Bilal Türbesi (1280), Gazi Çelebi Türbesi (1322), İsfendiyaroğulları Türbesi, Sultan Hatun Türbesi(1394), Hatunlar Türbesi, Arslan Çeşmesi (1289), Şehitler Çeşmesi, 1853’te Rus donanmasının yaptığı baskın sırasında yaşamını yitiren Osmanlı denizcileri anısına yapılan Şehitlik (1857), Paşa Tabyası, Sinop Tersanesi, Eski Hükümet Konağı, Mektebi İdadi Binası (Öğretmenevi) (1876-1909), Sinop Saat Kulesi ile Eski Sinop evleri bulunmaktadır. Ayrıca Hamsilos Koyu, Akliman yöresi, Mobil ve Korucuk Köyü Mesiresi, Sarıkum, Karakum ilin doğal güzellikleri arasındadır.

Samsun

Kentin güneyindeki "Dündar Tepe" höyüğünde yapılan arkeolojik araştırma ve incelemeler Kalkolitik ve Bakır Çağlarına ait bir uygarlığın yaşadığını ortaya koymuştur. Ayrıca söz konusu yörenin Hititlerden önce ve onların döneminde "Gaskalarca"da yerleşim yeri olarak seçildiği Hitit yazılı kaynaklarından anlaşılmaktadır.

M.Ö. 12. yy.da Anadolu'da Hitit siyasal egemenliğinin kalkmasından sonra Samsun'un çeşitli devletlerin nüfus alanı haline geldiği sanılmaktadır. M.Ö. 750-760 yılları arasında Anadolu'da Yunan kolonilerinin kurulduğu döneminde SamsunSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl 'Amisos" adlı küçük bir yerleşme merkezi idi.

Bazı eski Yunan kaynaklarında Samsun ve civarında Amazon adı verilen savaşcı kadınların yaşadığı ve kendi topraklarına asla yabancı erkek sokmadıkları yazılıdır. Amazonlar'ın bugünkü Çarşamba ve Terme ovalarında yaşadıkları iddia edilmektedir. Amazonlar M.Ö. 1200 yıllarında yaşamış efsanevi kadın savaşçılardır.

Thermodon (Terme Çayı) kıyısında kurmuş oldukları THEMİSKYRA kentinde yaşamışlardır. Oklarının yaylarını iyi çekebilmeleri için kadınların çocukken sağ memelerini kestiklerini ve bundan dolayı kendilerine "memesiz" demek olan "AMAZON" adının verildiği söylenir.

Yaylalarda Alternatif Tatil
Akdağ ve Nebiyan Dağları eteklerinde yoğun bir biçimde yer alan yaylalar değişik tipteki yayla evleriyle ilginç bir yaşam sunar. Bu yaylalardan Akdağ Yaylası özellikle yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin hizmetindedir.

Kızılırmak Deltası sahilleri
Kızılırmak Deltası Türkiye'ninSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl Karadeniz sahilindeki doğal özelliklerini koruyabilmiş en büyük ve en verimli sulak alanıdır. Samsun ilindeSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl Kızılırmak Nehri'nin denize döküldüğü yerde BafraSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl AlaçamSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl Engiz ilçeleri sınırları içinde kalan alanın Samsun-Sinop Karayolu Kuzeyinde kalan kısmıdır. Samsun-Sinop Karayolunun Kuzeyinde kalan alanda 56.000 hektar genişliğinde delta ovası uzanır.

Kuş Cenneti
Türkiye'nin ender su basar karakterli ormanlarından biri olan Yörükler Galeri Ormanı piknik ve doğa yürüyüşleri için bulunmaz bir alandır. Bafra ilçesi Doğanca beldesi sınırlarında bulunan Çernek Gülü ise özellikle kış ve ilkbahar dönemlerinde kuş gözlemciliği için çok uygundur. Kızılırmak Deltasında bugüne kadar toplam 311 kuş türü saptanmıştır. Türkiye'de ise 420 kadar kuş türü bulunmaktadır. Bölgede görülen türlerden bazıları Türkiye'de çok ender ve ancak zaman zaman görülmektedir.

Termal Turizm
Havza Karadeniz'in en önemli kaplıca merkezlerinden birisidir. Yeni ve eski binalardan oluşan 5 hamamın yanı sıraSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl termal otel-motellerde mevcuttur. Bir çok hastalıklara derman olduğu kanıtlanmıştır. Yine Ladik ilçemizde bulunan kaplıcaSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl tedavi ve kür uygulamalarında içerdiği radyoaktif elemanlardan dolayı "Gençlik Suyu" da denilmektedir.

Görülmeli-Gezilmeli
Atatürk anıtı

1928-1938 tarihleri arasında Avusturyalı Heykeltraş Heinz Kreppel tarafından yapılmıştır. 19 Mayıs 1919´un anısına yapılan bu anıtın kaidesinin dört tarafında Milli Mücadele´yi vurgulayan kabartma figürler vardır.

Samsun şehri dolaylarında TekkeköySamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl ÖksürüktepeSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl ToramantepeSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl Bafra İkiztepe ve Cedit sırtlarında yapılmış olan kazılarda çıkan tarihi eserle sergilenmektedir.

Büyük camii 
Batumlu Haci Ali Efendi tarafından 9 Eylül 1884 yılında yaptırılmıştır. Sultan Abdülaziz´in annesi tarafindan onarıldığı için Valide Camii de denir.

İsa Baba Türbesi
Anadolu fethi sırasında şehit düşen İsa Baba ve diğer Türk mücahitlerinin mezarlarını ve küçük bir mescidi kapsayan kare şeklinde bir türbedir.

İtalyan katolik kilisesi
Saathane meydanındadır. 1885 yılında yaptırılan kilise bir rahip ile faaliyetlerine devam etmekte olupSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl ziyarete açıktır.

Atakum
Samsun-Sinop üzerinde şehir merkezine 5.km mesafeden baslar. Denizi sığdır ve geniş bir kumsala sahiptir.

Etkinlikler
Karpuz Festivali: BafraSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl 22-23 Ağustos
Pirinç FestivaliSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl3-14 Haziran
Uluslararası Halk Dansları Festivali: MerkezSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl 23-29 Temmuz

İklim
Kışlar ılıkSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl ilkbahar sisli ve serinSamsun Hakkında-Samsun Tanıtımı-Samsun Turistik Yerleri-İklimi-Müzeleri-Kültür Mekanl yaz mevsimi ise genellikle kurak. Gezi için en uygun dönem Mayıs ile Ağustos ayları arasında.

Sivas

Sivas Bölgesinin M.O. 7000 - 5000'li yıllardan itibaren (Neolitik Dönem) iskan edildiği anlaşılmaktadır. Bölge coğrafi yapısı gereği arkeoloji literatüründe Doğu Kapodokya'diyede adlandırılır.
Anadoluda M.d. 1800 lü yıllarda ilk siyasi birliği kurarak imparatorluğa geçen Hititler'in yerleşim alanları içerisinde bulunan Sivas, Firigyalıların, Lidyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde, Diapolls ve Sebastgibi isimler de almıştır.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın komutanlarından Emir Danişment 1071 de Sivas'ı fethederek Danişrnent Beyliğini kurmuştur.  
Sultan İzzettin Keykavus Sivas'ı 1220 yılında Selçuklu Devletinin başkenti yapmış, 1343 8217 te Eratna Devleti, de Kadıburhanettin Devleti Sivas'ta kurulmuş....
1413 yılında Sivas Osmanhılar'ın egemenliğine girdikten sonra Eyalet-i Rum adı altında Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir şehirlerini kapsayan geniş bir bölgenin eyalet merkezi olmuştur.
Milli mücadelenin en önemli tarihlerinden biri olan 4 Eylül da Büyük Atatürk'ün BaşkanIığında Sivas Kongresi Sivasımızda toplanmış ve yeni Türkiye Curnhuriyeti'nin temelleri Sivasta atılmıştir.
Kısa Genel Bilgiler:
Sivas Adı!... 
Rivâyete göre Sivas kurulmadan önce ulu ağaçlar altında kaynayan üç pınar varmış. Bu pınar Allahü teâlâya şükür, ana ve babaya minnet ve küçüklere şefkat duygularını ifâde edermiş. Bu üç pınara "Sipas Suyu" denirmiş. Zamanla mukaddes sayılan bu üç pınarın etrâfında küçük bir yerleşim merkezi kurulmuş ve "Sipas" ismi verilmiştir. Diğer bir rivâyete göre ise Sivas ismi eski kavimlerden"Sibasipler"den gelmektedir. Başka bir rivâyete göre "Ogüst şehri" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmektedir. Sivas ilk çağlarda Talavra, Megalapolis, Karana ve Diyapolis isimleriyle anılmıştır.  
Sivas ismi için en kuvvetli rivâyet, Selçuklu Oğuz Türklerinin lehçesinde "üç değirmen" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmiş olmasıdır. Sebast ismi zamanla halk dilinde Sivas olarak yerleşmiştir.

Bolu




Karadeniz Bölgesi'nin Batı Karadeniz Bölümü'nde yer alan Bolu, kuzeyde Karadeniz ve Zonguldak, doğuda Çankırı ve Ankara, güneyde yine Ankara ve Eskişehir, batıda Bilecik ve Sakarya illeri ile çevrilidir. Karadeniz ile İç Anadolu arasında, çok engebeli ve dağlık bir alanda yer alır. Yüzey şekillerini Batı Karadeniz Dağlarının uzantıları ile bu yükseltiler arasında kalan çukur bölgeler belirler. İl sınırları içerisinde, kıyıdan iç kesimlere doğru üç dağ sırası vardır. Bu dağlardaki en yüksek nokta Kızıltepe'dir (1.486 m.). İkinci sırayı oluşturan Bolu Dağları daha yüksektir. Yükseklik Çele Tepesi'nde 1.911 m.ye ulaşır. Üçüncü sıra dağı ise İlin güney ve doğusunu bütünüyle kaplayan, kuzeydoğu-güneybatı doğrultulu Köroğlu Dağlarıdır. Bunların en yüksek noktası Köroğlu tepesi'dir (2.499 m.). Bu dağlık alanda çok sayıda yayla bulunmaktadır. En önemlileri Bolu Dağlarındaki Mengen ve Bolu yaylaları, Köroğlu Dağlarındaki Gerede, Kıbrıscık, Seben, Mudurnu ve Göynük yaylalarıdır.

İl sınırları içerisinde, Efteni, Filyos ve Sakarya olmak üzere üç su toplama havzası vardır. Efteni Havzası, Efteni Gölü'ne dökülen Aksu, Asar Suyu ve Uğur Suyu ile gölün sularını Karadeniz'e boşaltan Büyük Melen'i kapsar. Abant Gölü'nün ayağı olan Büyüksu (Bolu Suyu) ve Ulusu Filyos Havzası'nın sularıdır. Sakarya Havzası'nın ise başlıca suları Mudurnu Çayı, Aladağ Suyu ve Göynük Suyu'dur. Bolu'da bir çok da göl bulunmaktadır. Abant ve Efteni gölleri dışında, Çağla Gölü, Çubuk, Sünnet, Yedigöller, Karagöl ve Karamurat Gölü bu göllerden başlıcalarıdır.Ayrıca Mudurnu ve Büyüksu çayları üzerinde kurulmuş olan Gölköy Barajı ile, Küçük Melen Suyu üzerindeki Hasanlar Barajının oluşturduğu göller de önemlidir. İl alanının %9'u ovadır. Bu ovalardan en önemlisi ilin kuzeybatısındaki Düzce Ovasıdır.Ayrıca Bolu, Gerede, Himmetoğlu ve Mudurnu ovaları da önem taşımaktadır. Yüzölçümü 8.294 km2 olup, toplam nüfusu 270.654'dür.
İstanbul ve Ankara'yı birbirine bağlayan karayolu üzerinde bulunuşu Bolu'nun sosyo-ekonomik yapısını olumlu yönde etkilemiştir. Bolu'nun ekonomisi tarım, ormancılık, hayvancılık ve turizme dayalıdır. tarımsal ürün olarak, baklagiller, sanayi bitkileri, buğday, arpa, mısır, fasulye, şeker pancarı, tütün, patates, fındık ve meyve üretilmektedir. Bitkisel üretimden sonra ormancılık önemli bir ekonomik güçtür.

İl yüzölçümünün yarısını kaplayan ormanlarda karaçam, sarıçam, göknar ve kayın ağaçları çoğunluktadır. Ayrıca orman ürünlerini işleyen sanayi kuruluşları da bulunmaktadır. hayvancılık güneydeki dağlık kesimde yaygındır. Mera hayvancılığı yapılan ilde, en çok koyun, sığır, tiftik keçisi ve kıl keçisi beslenir. Kümes hayvancılığında da büyük bir gelişim yakın zamanlarda başlamış ve bir çok tavuk çiftlikleri kurulmuştur. Bolu Dağı'nın batı yamaçlarında arıcılık, ırmak ve göllerinde de balıkçılık yapılmaktadır. Alabalık ve sazan ön plandadır.
Bolu topraklarında linyit kömür yatakları oldukça zengindir. Kalorisi yüksek olan Bolu linyitleri çeşitli kuruluşlar tarafından işletilmekte, kükürt oranının fazlalığı da sanayide kullanılmasına neden olmaktadır. Ayrıca kahverengi ve siyah desenli mermerler, alçı taşı üretimi de ihraç malzemesidir

Zengin bir turizm potansiyeline sahip olan Bolu'da Köroğlu Dağları'ndaki Kartalkaya, Sarıalan başlıca kayak ve dinlenme merkezleridir. Abant Gölü ve Yedigöller yörenin turistik bölgeleridir. Bu nedenle de Yedigölleri çevreleyen geniş bir alan ulusal park ilan edilmiştir. Büyük ve küçük kaplıca, Efteni, Babas, Bağlum, Sarot kaplıcaları ile Dernin Hamamı bölgedeki termal kaynaklarıdır.
Bolu ve çevresinde bulunan Eski Çağ kültürlerinin izleri, mimari kalıntılar, heykeller ve çok sayıda lahit ile kitabeler ilin tarihi ile ilgili yeterli bilgiyi vermektedir. Buna göre; Bithynion ismi ile kurulan bir İlk Çağ kenti olarak kurulan Bolu'ya İmparator Cladius zamanında Onun isminden ötürü Cladiopolis denilmiştir.
Eski Bolu'nun bugün Bolu Müzesinin bulunduğu tepe üstü alanda ya da, yöre halkının Eskihisar/Hisartepe dedikleri alanda yer aldığı kesinlik kazanamamıştır. Yöre, Lydia Krallığının sınırları içerisinde kalmış, Anadolu'yu işgal eden Persler Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişine kadar buraya egemen olmuşlardır. Çevrede bulunan bazı kalıntılar Hititlerin de bu bölgeye kadar uzandıklarına işaret etmektedir.

Bithynion’un, Bithynia krallarından I.Nikomedes (İÖ.280-260) ya da Ziaela (İÖ.260-228) döneminde kurulduğu sanılmaktadır. Bithynion’a yerleşen halk Bithynia’nın yerlisi değil, Yunanistan’da Arkadia bölgesindeki Mantineia kentinden gelme göçmenlerdir.Bithynia kralları kendilerinden önceki karia kralı Mausolos’un yaptığı gibi, kendi ülkelerini Hellenleştirme politikasını izlemişlerdir. Bithynhlerden sonra, yöre Romalıların egemenliğine geçmiştir. Strabon, Bithynia’nın iç kısımlarında, Tieion’un üst tarafında kurulmuş olup, sığırlar için en mükemmel otlak olan ve Salanites peynirinin yapıldığı Salona etrafındaki toprakları da içine alan Bithynion ve aynı zamanda Bithynia’nın merkezi olan (Bithynion) ve çok geniş ve verimli olduğu halde, yazın sağlık için hiç de iyi olmayan bir ova tarafından çevrili bulunan Askania gölünün kenarında kurulmuş Nikeia'nın yer aldığından söz etmektedir.
Antik Bithynion, Batısında Kieros/Prusias ad Hypium, doğusunda ise Paphlagonia yolu üzerindeki Krateia yer almaktadır. MS.I. yüzyılda Bithynion ismi terk edildi. İmparator Claudius (41-54) kendi adına aynı yerde yeni bir şehir kurdurmuştur. Günümüze ulaşan kalıntılardan anlaşıldığına göre bu şehir Bithynion’un kalıntıları üzerinde kurulmuştur. MS.II.yüzyılda Claudiopolis kenti, en ince ayrıntısına kadar bir Roma kenti özelliğini yansıtmaktadır. Claudiopolis’in güneyinde Olympus Bithynicus, Ala Dağ eteğindeki sıcak su banyoları da Plinius ile Traianus arasındaki bir mektuba konu olmuş, bu kaplıcaların yapımında kullanılacak bir mimar istenmiştir.

Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) da bu kente özel ilgi göstermiş, Claudiopolis onun döneminde daha da gelişmiştir. Claudiopolis, Roma’nın dörtlü idare zamanında da önemini korumuştur. Nicomedia’nın doğu başkenti olarak seçilmesinin de bunda önemli rolü vardır. Diocletianus zamanında Hıristiyanlık Bithynia’da kalıcı bir suretle yayılmaya başlamış, Romalılar bu din taraftarlarına eziyette bulunmuştur. Buna rağmen paganizm Hristıyanlık karşısında tutunamamış, kısa zamanda Bithynia’nın bir çok yerine kiliseler yapılmıştır. Claudiopolis, Heracleia ve Prusias ad Hypium gibi merkezlerde de büyük kiliseler yapılmış, ancak bunların hiç biri günümüze kadar gelememiştir.
Bolu’da belirgin bir Roma dönemi yapılarına rastlanmamaktadır. Kentin Osmanlılar döneminde kuruluşu sırasında, bunların büyük bir kısmının tahrip edildiği sanılmaktadır. Yalnızca, temel kazılarından rastlantı sonucu Roma dönemine ait mimari yapı kalıntıları ile çeşitli buluntular çıkmaktadır.

Bolu, Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra Bizans İmparatorluğunun payına düşmüşse de eski önemini bu devirden itibaren kaybetmiştir. VII.ve IX. yüzyıllar arasında Anadolu içinde batıya yönelen Araplar, sarp dağlardan ötürü buraya ulaşamamıştır. XII.yüzyılda Anadolu Selçukları, ardından İlhanlılar bütün bu yöreyi ele geçirmişlerdir.
Orhan Gazi tarafından Bolu ve yöresi ele geçirilmiş, Sultan Yıldırım Beyazıt tarafından şehir imar edilmiş, hanlar, hamamlar, yollar ve camiler yapılmıştır. Timur'un Anadolu istilasından sonra Bolu yöresi, İsfendiyaroğullarının eline geçmiş, Sultan II.Murat zamanında da Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Osmanlı- Çandaroğlu, sonra İsfendiyarlılar zamanında, sık sık bu bölgede egemenlik mücadeleleri olmuştur. XVI.yüzyılda yaşamış ve Bolu Beyi'ne baş kaldırmış halk ozanı ve destan kahramanı Köroğlu da Bolu'da yaşamıştır. El-Ömerî ve İbn Batûta da Bolu ile ilgili bilgiler vermektedir. İngiliz Gezgin Richard Pococke, Bolu'ya gelmiş, şehrin kurulduğu yerin topografyasını anlattıktan sonra bazı bilgiler vermiştir. Şehrin kısmen bir tepenin batı ve güney yamaçlarında kurulu olduğunu belirttikten sonra tepede eski tarihlerden kalan duvar kalıntılarını, bir çok yazılı kaideyi gördüğünü belirtmiştir.

Osmanlı döneminde Bolu, uzun süre önce Anadolu ve daha sonra da Kastamonu eyaletinin ilçe merkezi olmuştur. Yapılan idari düzenleme sonunda 1867'de Kastamonu'nun bir sancağı olmuş, II. Meşrutiyetten sonra Bolu-Viranşehir ismiyle yeniden sancak haline getirilmiştir. Milli Mücadele sırasında çeşitli ayaklanmalara sahne olmuş, Cumhuriyetin ilanından sonra da İl haline getirilmiştir.
Bolu'da günümüze gelebilen eserler arasında, İl merkezinde Bithynion'a ait olduğu sanılan bir çok kalıntı ile karşılaşılmıştır. Ancak bunların üzerinde Osmanlı yerleşimi olduğundan yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Rastlantı sonucu bulunan Antik Çağlara ait eserler Bolu Müzesi'ndedir. MS.130-138 arasında İmparator Hadrianus'un yaptırdığı Antionos Mabedi, Yıldırım Beyazıt'ın 1300'lerin sonlarına doğru yaptırdığı Yıldırım Beyazıt Külliyesi, Kadı Camisi (XVI.yüzyıl), Saraçhane Camisi (1750), İmaret Camisi ve Medresesi (XVI.yüzyıl), Karaköy Cuma Camisi (1562), Tabaklar Camisi (1897), Ilıca Camisi (1510-1511), Karaçayır Camisi (1571), Gölyüzü Türbesi, Aktaş Türbesi, Yozgat Kasım Dede Türbesi, Taşhan (1804), Tabaklar Hamamı (XVI.yüzyıl), Orta Hamam (1388), Sultan Hamamı (XVI.yüzyıl) İlin belli başlı tarihi yapılarıdır.

Elazıg

Elazığ Şehir Tanıtımı

Elazığ, tarih öncesi dönemden başlayarak, çeşitli uygarlıklara yerleşim yeri olan, Elazığ'ın tarihi, Harput tarihi olarak incelenmektedir Zira Elazığ, MÖ 3000'li yıllarda kurulduğu sanılan, Harput kentinin ovadaki devamıdır Sanayi bakımından çok iyi durumdadır Doğu anadolunun en gelişmiş ilidir Elazığ'dan sonra gelişmişlik açısından Malatya, Erzurum ve Van gelir

Merkez ilçeye bağlı 2 bucak bulunmaktadır

Bu yörede tarihçe bilinen en eski kavim Hurri'lerdir Daha sonra önemli uygarlıklardan, sırası ile Hititler, Urartular, Romalılar, Bizanslılar/Bizans İmparatorluğu, Sasaniler, Azeri Türkleri ve Araplar bölgede egemen olmuşlardır

Malazgirt Savaşı'nden sonra (1087 yılında) Türk egemenliğine giren Harput, önce Çubukoğulları, sonra Artukoğulları, Selçuklular, Dulkadiroğulları ve Akkoyunlular elinde kalmış, 1515 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır Mezra denilen bugünkü yerleşim yerine 1834'de taşınan Elazığ'a 1862 yılında Abdulaziz'in Valilerinden İsmail Paşa tarafından Mamuret-ül Aziz ismi verilmiştir Zaman içinde bölgeye eyalet merkezliği yapan şehre 1937 yılında Atatürk tarafından tahıl ambarı bolluk ve bereket anlamına gelen El'azık adı verilmiş olup, zamanla Türkçe ses uyumuna uygunluğu ve söyleniş kolaylığı nedeniyle Elazığ olarak kullanılır olmuştur

Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır

Türkiyenin en köklü üniversitelerinden Fırat Üniversiteside gine bu şehirde bulunmaktadır

Ekonomi [değiştir]Ekonomisi sanâyi, tarım ve ticârete dayanır Keban Barajının yapılmasından sonra tarıma elverişli toprakların bir kısmı toprak altında kaldığından, tarım alanlarının azalması paralelinde sanâyi canlanmıştır Gayri sâfi gelirinin % 30’u sanâyi, % 10’u ticâret ve % 25’i tarım sektöründen elde edilir Toprak altı ve üstü çok zengindir

Tarım: Ovaları az fakat çok verimlidir Bol suları bulunan büyük akarsuların suladığı bu ovalarda, buğday, arpa, pirinç, şekerpancarı, tütün, fasulye, nohut, mercimek, fiğ, burçak, soğan, sarmısak, pamuk, üzüm, elma, armut, kayısı, ceviz, bâdem ve dut yetişir Yetiştirilen ürünler arasında lahana, kavun ve çilek önemli gelir kaynağı hâline gelmiştir

Hayvancılık: Elazığ hayvancılığa çok elverişlidir Geniş mer’a ve çayırları, Karacadağ gibi yaylaları buna müsâittir İl dâhilinde koyun, kıl keçisi, sığır, at ve katır beslenir Arıcılık gelişmiştir Akarsu ve gölleri bol ve su bakımından zengin olmasına rağmen balıkçılık henüz gelişmemiştir Keban baraj gölünde sazan ve aynalı sazan balığı yetiştirilmeye başlanmıştır

Ormancılık: İlin orman sahası her ne kadar % 25 görünmekte ise de çoğu fundalık olup, mevcut ormanlar da bakımsızdır (106000 hektar)

Mâdenleri: Elazığ mâdenciliğin zirâatle yarıştığı ve hattâ zirâati geçtiği bir yerdir Toprakları mâdenle doludur Bakır, krom, simli kurşun ve betonit başlıcalarıdır Ergani Bakır İşletmesi’nde; blister bakır, sülfirik asit ve prit tüvenan cevher istihsal edilir Diğer mâden işletmeleri Guleman Krom İşletmesi, Ferro Krom Te’sisleri ve Elazığ Betonit FabrikasıdırAlacakaya ve Arıcak ilçelerinde çıkarılan mermer dünyâca meşhurdur Kendine has özelliği bulunan Elazığ mermerini işlemek üzere son senelerde birçok mermer işleme fabrikası kurulmuştur

Sanâyi: Elazığ’ın mâden bakımından zengin ve Türkiye’nin en büyük hidroelektrik santralının bu ilde oluşu ile sanâyi gelişmiştir İrili ufaklı 1200 sanâyi iş kolu vardır Elazığ sanâyi alanında Doğu Anadolu bölgesinde önemli bir yere sâhiptir Özellikle Organize Sanâyi Bölgesinin kurulması ile fabrika sayısı hızla artmıştır 49 fabrikalık sanâyi bölgesinde 20 fabrika inşaatı tamamlanarak üretime geçmiştir Diğerlerinin inşaatı devam etmektedir Un, deri, şeker, çimento, pamukyağı, pamuk ipliği, kiremit, yün, süt, yem, azot, süper fosfat, kireç, plastik boru, tüpgaz îmâlâtı ve dolum, kâğıt, tekstil, meşrubat, matbaacılık, mermer, ayçiçek yağı, ayakkabı, mobilya, sabun, tıbbî malzeme fabrikaları başlıca büyük sanâyi kuruluşlardır

Ulaşım: Elazığ doğuyu batıya bağlayan yolların kavşak noktasındadır Karayolları Ankara-Kayseri-Malatya-Elazığ-Bingöl-Muş karayolu, Adana-Maraş-Malatya-Elazığ- Tunceli karayolu, Mardin-Diyarbakır-Arapkir-Keban-Elazığ karayolu ile İran-Erzurum- Tunceli-Elazığ milletlerarası yollar ile bağlıdır İyi asfalt vasfında olan bu yollardan Elazığ içinde kalan kısımlarının uzunluğu 425 kilometredir Ankara-Kayseri-Sivas-Malatya demiryolu Elazığ’da iki kola ayrılır Bir kol Diyarbakır-Batman’a diğeri Palu-Genç- Muş-Tatvan’a ulaşır İl sınırları içinde kalan demiryolu 272 km ve 15 duraklıdır 1981 yılında temeli atılıp, 1986 yılında hizmete giren Fırat köprüsü, Türkiye’nin en uzun köprüsüdür 2030 m olup, 30 adet betonarme ayak üzerine inşâ edilmiştir İmkanları her geçen sene artırılan hava alanı ile Ankara-İstanbul-Kayseri ve Malatya’ya seferler yapılmaktadır Ayrıca Keban Baraj Gölü üzerinde Ağın ilçesi ile Tunceli’nin ilçeleri arasında feribotla ulaşım sağlanmaktadır


Nufus ve Sosyal Yaşam [değiştir]Nüfûsu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 498225 olup, 272790’ı şehirlerde, 225435’i köylerde yaşamaktadır Yüzölçümü 9153 km2 ve nüfus yoğunluğu 54’dür Selçuklular ve Osmanlılar zamânında kültür, san’at ve iktisâdî bakımdan büyük bir merkez idi Osmanlı devri eyâlet merkezi olan Harput, 19 asır başından îtibâren gerilemeye başlamıştır Bunun başlıca sebebi kale şehirlerinin önemini kaybetmiş olması, dağ üzerinde olduğundan gelişmesinin zor oluşu, civar illere bağlayan yolların virajlı olmasıdır 1950’den sonra Elazığ yeniden gelişme seyrine girmiştir Yakın bir gelecekte bölgenin büyük gelişmiş bir şehri hâline gelecektir

Örf ve âdetleri: Oğuz boylarının ve Orta Anadolu halkının yaşayış ve doğuşu, Türk-İslâm kültürü hâkimdir Elazığ folklor ve mahallî oyunlar bakımından Türkiye’nin en zengin bölgesidir Zarif mahallî elbiseler, çok hareketli halk oyunları, bilhassa, “çayda çıra” oyunu ile isim yapmıştır Eskiden ayrı ayrı oynanan oyunlar bugün müştereken oynanmaya başlamıştır Başlıca oyunları Halay, Tamzara, Delilo, Üçayak ve Bıçak oyunudur Mahallî kıyâfetleri (Harput Şalvarı) denilen üst kısmına gömlek, üstüne yelek giyilir, bele renkli kuşak sarılır Kadınlar (geyme) “blüz”, ince yün çorap ve pullu papuç giyerler Altta şalvar üzerine giyilen üçetek, bele takılan gümüş kemer, başa geçirilen fes ve bunu örten oyalı yazma (Hotoz)dur El sanatları çok ileri gitmiştir Dokumacılık, (halı ve kilim), ahşap, taş, bakır ve gümüş işçiliği ve ipekçilik meşhurdur Elazığ’ın zengin bir halk edebiyâtı vardır Dîvan şâirleri çoktur Hacı Reşid Efendi, Ömer Nâimi Efendi, Hacı Hayri Bey, Harputî Âşık Câferî başlıcalarıdır

Elazığ mutfağı, lezzetli yemekleri ile Türk mutfağında önemli yer tutar Tarhana, erişte, kurut, kelleçoş, lobik, içli köfte, Harput köftesi, ışkın yemeği, taş ekmeği, patile, ekşili köfte, ışgene, döğme çorbası ile zengin bir mutfağa sâhiptir Ayrıca kış aylarının vazgeçilmez ikramı olan orçik (cevizli sucuk) Elazığ’la özdeşleşen bir isim hâline gelmiştir Orçikli şeker de Elazığ’a has bir şekerleme türüdür

Elazığ’ın çedene kahvesi meşhurdur Şifâ kaynağı lezzetli bir kahve olan çedene, bölgede yetişen menengiç ağacının meyvesinin kavrulup, ezilmesinden elde edilir Nefes darlığı, mîde ve akciğer rahatsızlıklarına iyi geldiği tesbit edilmiştir

1000 yataklı akıl ve ruh hastalıkları hastânesi, İstanbul Bakırköy akıl ve ruh hastânesinden sonra ikinci büyük hastânedir Cüzzam hastânesi ise alanında büyüklük bakımından Türkiye’nin en büyük hastânesidir Ayrıca 10 hastânesi vardır

Eğitim: Osmanlı devrinde önemli bir kültür merkezi olan Elazığ zamanla gerilemiştir Okur-yazar nisbeti % 70’e yakındır 149 anaokulu, 705 ilkokul, 41 ortaokul, 6 meslekî ve teknik ortaokul, 15 lise ve 10 meslek lisesi, Fırat Üniversitesi’ne bağlı Fen ve Edebiyât, Veterinerlik, Mühendislik, Tıp Fakülteleri ile Su Ürünleri Yüksek Okulu, Teknik Eğitim Fakültesi mevcuttur (1988)


Coğrafya [değiştir]Elazığ’ın % 15’i ovalık, % 57’si dağlık, % 27’si plato ve % 1’i yaylalardan ibârettir

Dağları: Elazığ ili toprakları, doğu, güney ve batı yönlerinden oval bir şekilde Doğu Torosların batı uzantılarıyla çevrilidir Kuzeybatıdan ise Munzur Dağlarının güney uzantıları il topraklarına girer Doğu Toroslar, Malatya ve Elazığ il sınırları içinde başlamaktadır Başlıca dağları; Hazar Baba Dağı (2290 m), Mastar Dağı (2171 m), Hasan Dağı (1864 m), Çilemek Dağı (1710 m), Karaoğlan Dağı (2329 m), Bahtiyar Dağı (1850 m), Bulutlu Dağı (2020 m), Hazar Dağı (Gülşen Tepe 2347 m), Akdağ (2620 m), Karaboğa Dağlarının Karaömer Tepesi (2477 m)dir

Ovaları: Ovalar küçük fakat verimlidir Başlıca ovaları: Elazığ (Harput) Ovası: 35 km2dir Denizden yüksekliği 1000 metredir Dağlarla çevrilidir Kesrik Suyu ve Sürsürü Çayı ile sulanır Uluova: İlin en büyük ovasıdır Yüzölçümü 325 km2dir Deniz seviyesinden yüksekliği 1000 metredir 11600 hektarlık bölümü Keban Baraj Gölünden 5000 hektarlık bölümü DSİ tarafından yer altı suları vâsıtasıyla sulanmaktadır Palu Ovası: Alüvyonlu topraklarla kaplı çok verimli bir ovadır Çöküntü alanıdır Bunlardan başka Behramaz Ovası, Mürüdü Ovası, Zihni Ovası, Murat Vâdisi, Fırat Vâdisi ve Karasu Vâdisi çok verimli ova ve düzlüklerdir

Akarsuları: Elazığ akarsu bakımından çok zengindir Büyük ve suları gür, nehir ve ırmaklar bu ilden geçer Başlıca akarsuları:

Fırat: Keban ilçesinin kuzeyinde birleşen Murat Irmağı ve Karasu, Fırat ismini alır Elazığ-Malatya sınırını teşkil eder Derin bir vâdiden geçtiği için sulamada kullanılmaz Güney Toros Dağlarını hızlı akıntı ve 300’den fazla çağlayanla aşar Murat Suyu: Doğu Fırat denilen Murat Suyu, Ağrı Dağı eteklerinden çıkar Muş Ovasından sonra, Peri Suyu ile ve Keban kuzeyinde Batı Fırat (Karasu) ile birleşir Murat Suyu, Peri Suyu ve Karasu, Keban Baraj Gölüne dökülür Bu barajın güney batısından Fırat ismi ile çıkar Peri Çayı (suyu) debisi 100 m3tür Murat Suyunun en büyük koludur Bingöl’ün Şeytan Dağlarından çıkar Tunceli’de Munzur Suyu ile birleşir sonra Keban Barajı Gölüne dökülür Haringet Çayı: Hazar Gölünden çıkar Dicle’nin başlangıcı sayılır Elazığ’dan sonra Diyarbakır’a girince Dicle ismini alır

Gölleri: Hazar Gölü: Tabiî bir göldür Çöküntüyle meydana gelmiştir Deniz seviyesinden yüksekliği 1223 m, yüzölçümü 70 km2 olup, 16x4,5 km’lik bir alanı kaplar Derinliği 250 m’dir Gölün suyu, Uluovaya akıtılarak sulamada ve hidroelektrik enerji elde etmede kullanılır Gölün etrâfı yemyeşil manzaralıdır Göl içinde lezzetli balıklar yetişir Keban Baraj Gölü: Türkiye’nin en büyük baraj (sun’î) gölüdür Karasu ile Murat Suyunun birleştiği yerin ilerisindeki boğazda yapılmıştır Barajın temelden yüksekliği 210 m’dir Vâdi tabanından ise 167 m yüksekliktedir 677 km2lik yüzölçümü ile Van ve Tuz gölünden sonra üçüncü büyük göldür Sekiz ünitesi ile senede 7,5 milyar kilowatt-saat elektrik enerjisi üretilmektedirDenizden yüksekliği 845 m, en derin yeri 160 m, vâdi boyunca uzunluğu 125 km, sağ kıyısı kaya dolgu ve sol kıyısı beton dolgudur İçinde balık yetiştirilmektedir Türkiye’nin elektrik enerji istihsâlinin dörtte biri Keban’dan elde edilir Cip Baraj Gölü: Cip Çayı üzerinde ve Cip köyü yakınında toprak dolgu bir barajdır Toplanan su kapasitesi 5 milyon m3tür800 hektarlık bir alanı sular Kalecik Baraj Gölü, Elazığ’ın 100 km doğusunda Karakoçan ilçesi sınırları içinde bulunmaktadır Kalecik Çayı üzerinde kurulu olup, toprak dolgu biçimindedir Sulama amaçlıdır


İklim ve Bitki Örtüsü [değiştir]Kara iklimi hüküm sürer Karasal iklimin yanı sıra yer yer akdeniz iklimi özelliği taşımaktadır Bu iklim değişikliği KebanBarajı kurulduktan sonra meydana gelmiştir Elazığ iklimi, Akdeniz ve karasal iklim arasında bir geçiş özelliği de gösterir Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve sert geçer Isı -15°C ile +42°C arasında seyreder Senelik yağış ortalaması 433 mm’dir En fazla yağış ilkbahara âittir

İl topraklarının % 25’i orman ve fundalık, % 25’i ekili ve dikili arâzi ve % 42’si çayır ve mer’adır Ekime müsâit olmayan arâzi % 8’dir Ormanları bakımsızdır Vâdiler ve akarsu etrâfı bitki örtüsü bakımından zengindir


Şehir Tarihi [değiştir]Elazığ, Eski Harput’un bir devâmıdır Harput şehri ise, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerindendir Harput’un bilinen en eski sâkinleri Hurrilerdir Hurrilerden sonra bölgeye Hititler hâkim olmuştur MÖ IX yüzyıldan îtibâren ise Urartular bölgeye hâkim oldular Hitit devletinin başkenti “Hattuşaş” (Boğazköy)taki yazılı kaynaklarda Harput mıntıkası, “Işuva” olarak geçer Bilâhare bu bölge Mittaniler, âsurlular, Persler arasında el değiştirmiş, Makedonya Kralı İskender’in istilâsına uğramış, İskender’in ölümünden sonra Selevkoslar, Partlar, Kommagene Krallığı arasında el değiştirmiş, MÖ 3 asırda Roma’nın hâkimiyeti altına girmiştir Roma’nın MS 395’te bölünmesi üzerine bu bölge Bizans (DoğuRoma)ın payına düşmüştür Hazret-i Ömer zamânında 624-650 seneleri arasında Harput ve civârı, İslâm ordusu tarafından fethedilmiştir Sonra Bizanslılar bölgeyi geri almışlarsa da, 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türk akınları başlamıştır Türkmen beylerinden Çubuk Bey, 1085’te Bizans komutanı Philaretos Brakhamios’u yenerek Harput’u fethetmiştir Kısa bir müddet sonra civar kaleleri de fetheden Çubuk Bey ölünce yerine oğlu Mehmed Bey geçti

1115’te Artukoğlu Belek Bey, bölgeyi ele geçirerek, Harput merkez olmak üzere Artukoğulları’nın Harput kolunu kurdu Kısa zamanda Harput’tan Halep’e kadar uzanan bir devlet hâlini aldı 1234’te Anadolu Selçuklu Sultânı Alâeddîn Keykubat, Elazığ’ı kendi topraklarına katarak Artukoğullarının Harput koluna son verdi

Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı ile idâre ediliyordu Gıyâseddîn Keyhüsrev’in 1243 Kösedağ Savaşında Moğollara yenilmesi üzerine bölge İlhanlıların hâkimiyeti altına girdi Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması üzerine Anadolu’da beylikler dönemi başladı 1399’da bağımsızlığını îlân eden Dulkadiroğlu Zeyneddîn Karaca, Harput’a hâkim olduDulkadiroğulları zamânında Harput önemli yerleşim merkezlerinden biriydi

1468’de Akkoyunlu Hükümdârı Uzun Hasan, Dulkadiroğullarından Melik Arslan’la mücâdele etmiş ve Melik Arslan’ın sulh istemesi üzerine 4000 altın göndererek Harput Kalesini teslim almıştır

Akkoyunlulardan sonra Harput’un idâresi Şah İsmâil Safevî’ye geçmiştir (1507) Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferinden döndükten sonra (1514) Doğu Anadolu’nun fethi için Bıyıklı Mehmed Paşayı görevlendirmiştir Bu bölgedeki beylerin Osmanlı idâresine alınması için Mehmed Paşaya meşhur târihçi İdris-i Bitlisî yardım etmiştir Yavuz Sultan Selim Han 1515 yılında Karaman beylerbeyi Hüsrev Paşa kumandasında büyük bir orduyu yola çıkardı ve ordu Diyarbakır tarafına gitmeden evvel Harput ve Ergani’yi zaptetmekle meşgul oldu Harput’un etrâfı Çerkez Hüseyin Bey tarafından alınmasına rağmen, kale henüz İranlıların elindeydi Yeniçerilerle berâber Kemah Hâkimi Karaçinzâde Ahmed Bey kaleyi kuşattılar ve üç günlük muhâsaradan sonra kale zaptedildi

Harput ve yöresi eski devirlerden Osmanlı devrine kadar, kültürel bakımdan târihte önemli bir bölge olmuştur


Tarihi Eser ve Turistik Yerler [değiştir]Elazığ, turizm potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir Târihî eserleri, tabiî güzellikleri ve zengin folkloruyla turisti çeken özelliklere sâhiptir

Harput Kalesi: Coğrafi durum bakımından tarih boyunca önemli bir kale olarak kendinden bahsettirmiştir Yalçın kaya üzerine inşâ edilmiş olan kalenin iç kısmında birçok yapı kalıntıları mevcuttur İç kale ve dış sur olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir Dış surlar tamâmen yıkılmış, sadece Harput’a girişte bâzı kalıntıları zamanımıza gelmiştir “Süt Kalesi” diye adlandırılan iç kale, muhasarası çok güç olan bir kaledir Roma, Bizans ve Arapların Harput Kalesini ele geçirdikleri târihî belgelerde mevcuttur Yalnız bu devrelere ait izler kalede görülmemektedir Kale duvarlarının örme tekniğinden, Osmanlılar devrinde de onarım görmüş olduğu anlaşılır Kaleye ait onarım kitabelerinden bâzıları Harput Müzesinde bulunmaktadır Doğu Torosların yalçın kayalıkları üzerine kurulmuştur Araplar Hısn-ı Ziyâd (Ziyâd Kalesi), Bizanslılar (Ziata), Türkler ise Harput Kalesi demişlerdir

Palu Kalesi: Asuriler'den kalma çivi yazısıyla yazılmış dev bir kitabesi vardır Tamamen yıkılmıştır

Ahmed Bey Camii: Harput’a dağ kapısından girişte ilk görülen camidir Yıkık olan caminin mihrabı ve minaresinin kaide kısmı mevcuttur Kesme taşlardan yapılmış olan mihrap sadedir Minare kuzeyde camiye bitişik, fakat camiden tamamen ayrı olarak inşa edilmiştir Osmanlı devrinin ilk sancak beylerinden Ahmed Bey tarafından yaptırılmıştır İlk Osmanlı devri eseri olması bakımından önemlidir

Ağa Camii: Harput’a girişte solda yer almaktadır Dikdörtgen planlı cami tamâmen yıkılmasına rağmen ince işçilik gösteren taş minâresi ayakta durmaktadır Osmanlı devri yapısı olan bu câmi, müzedeki kitâbesine göre, 1559 yılında Pervâne Ağa tarafından yaptırılmıştır

Alacalı Mescit: Eski Harput’un Kayabaşı mevkiinde bulunmaktadır Dikdörtgen plânlı yapının üzeri düz dam ile örtülüdür Mihrap, kesme taştan sâde olarak yapılmış ve mihrap içi atalaktitlerle süslenmiştir Kalın gövdeli minâre, iki renkli taşla örülmüştür İlk inşâsı Artuklulara âit olan bu mescit, 19 yüzyılda onarım görmüştür Ahşap tavanı bu onarım sırasında yapılmıştır Minâresi, şerefeye kadar bir sıra beyaz bir sıra karataşlardan yapılmış, şerefeden yukarısı karalı-beyazlı taşlarla dama şeklinde örülmüştür
 
Kurşunlu Câmii: Eskiden etrafında bulunan medreseler tamâmen yıkılmıştır Bugün park olarak kullanılan bahçesindeki asırlık çınar, eski eser niteliğini taşımaktadır Câminin harim kısmı kare plânlı olup, kubbe ile örtülüdür Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmaktadır Kubbe kasnağında 4 pencere vardır Mihrap kesme taştan örülmüş, sâde bir iniş hâlindedirHarim kapısı yonca yaprağı şeklinde bir kemere sâhiptir Bu tip kemer bölgede sevilen bir özelliktir Son cemâat mahalli revaklı olup, orta kısmı beşik tonozlu, kenarlar ise kubbelidir Kubbeler kurşunla kaplıdır Minâre son cemâat mahalline bitişik olarak yapılmış olmasına rağmen tamâmen müstakildir Kare kâide kısmından sekizgen ve sağır nişli gövde altına, oradan da oldukça uzun yuvarlak gövdeye geçilir Kapı üzerinde iki kitabesi mevcuttur Bir tânesi oldukça harapdır İkinci kitâbe ise kapı kemeri üzerinde bulunmakta ve üzerinde 1153 H târihi okunmaktadır Câmi içinde abanoz ağacından yapılmış, san’at değeri büyük olan bir minber vardır Bu minber aslında Ulu Câmiye âittir Ulu Câmi onarılırken buraya getirilmiştir

Sara Hâtun Câmii: Kare plânlı câminin orta kısmının üzeri, dört kalın sütuna dayanan kubbe ile kenarları ise tonozla örtülüdür Kubbe, tonozları örten çatı ortasından çok az yükselmektedir Mihrap sâde bir niş hâlindedir Minberi ise Harput taş işçiliğini göstermesi bakımından önemlidir Son cemaat mahalli ile harim kısmı arasında bulunan minarenin merdiven kısımları koyu renk taştan, diğer kısımları ise beyaz renk taştan örülmüştür Minârenin 1898 yılında yaptırıldığı kitâbesinden anlaşılmaktadır Câminin ilk kısımlarında san’at değeri olan yazılar vardır Sara Hâtun Câmiinin Akkoyunlu Hükümdârı Bahadır Han (Uzun Hasan) ın annesi Sara Hâtun tarafından yaptırılmış olduğu söylenir Fakat daha sonraki devirlerde yapılmış olan birçok onarım, onun ilk inşâ tipini tamâmen bozmuştur Kıble duvarının sol tarafındaki kitâbede 1585 (H 993) yılında Hacı Mustafa tarafından onarıldığından bahsedilir 1843 yılında da Harput müftüsü Hacı Ahmed tarafından bugünkü durumuna getirilmiştir

Ulu Câmi: Harput’un en önemli ve en eski yapısıdır Dikdörtgen plânlı, duvarları moloz taştan; kubbe, kemerler ve minâre tuğladan yapılmıştır İki kapısı mevcuttur Sara Hâtun Câmiinin doğusunda, kaleye hakim bir yerdedir Câmi, harim kısmı, son cemâat mahalli ve avlu olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir Minâre bugünkü giriş kapısının hemen arkasında kare kaide üzerinde yükselir Kalın eğri gövdesi değişik tuğla tezyinatlıdır Artukoğulları yapısı olan bu câmi Anadolu’nun en eski câmileri arasındadır Avludaki kitâbesine göre 1556-1557 senesinde Artukoğlu Fahreddîn Karaarslan tarafından inşâ ettirilmiştir Tuğla işçiliğinin çok güzel bir örneğini veren minâresi eğri oluşu bakımından dikkat çekicidir

Yusuf Ziyâ Paşa Câmii: Keban’ın önemli bir târihi eseridir Yusuf Ziyâ Paşa yaptırmıştır Osmanlıların son dönem mimârisi ve süslemelerinin çok güzel bir örneğidir Hicrî 1210’da yapılmıştır Bir san’at eseri olan kubbesi 4 sütun üzerine oturtulmuştur Mihrap ve mimberde oyma taş süslemeler kullanılmıştır İki kapısı oyularak süslenmiş tahtalardan yapılmıştır Keban’ın en büyük câmisidir Minâresi kesme taştandır

Murad Baba Türbesi: Ağa Câmii yanında bulunan bu türbe altıgen plânlı ve üzeri basık bir kubbe ile örtülüdür Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır Osmanlı devri yapısı olan bu türbe oldukça harap durumdadır

İmam Efendi Türbesi: Osman Bedreddîn Erzurumî adı ile de bilinen büyük velînin türbesi Harput Mezarlığındadır Çok ziyâret edilen yerlerin başında gelir

Arap Baba Türbesi ve Mescidi: Kurşunlu Câmiinin doğusunda, Elazığ ovasına bakan yamaç üzerinde bulunmaktadır Selçuklu devri mimârisine göre iki katlı olarak inşâ edilmiş yapının sağ tarafında mescit kısmı bulunmaktadır Burada bulunan ve Arap Baba diye anılan şahsa âit cesed bozulmadan zamânımıza kadar gelmiştir Yalnız cesedin yapıya âit olmadığı sonradan konulduğu rivâyet edilmektedir Söz konusu şahsın şehid olduğu bilinmektedir Kitâbesine göre bu yapı Selçuklu sultânı Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev zamânında 1280 (H 670) târihinde inşâ edilmiştir

Mansûr Baba Türbesi: Sara Hâtun Câmiinin kuzey batısındadır Sekizgen plânlı iç kısım orijinal şeklini muhâfaza etmektedir Fakat üst örtü sistemi sonradan yapılmıştır İki katlı bir yapı olduğu izlerden belli olmaktadır İçinde sanduka bulunmaktadır Yapının Artukoğulları devrine âit olma ihtimâli kuvvetlidir

Fâtih Ahmed Baba Türbesi ve Mescidi: Harput’tan 2 kilometre uzaklıktadır Mesîre yeri ve ziyâretgâh olarak kullanılmaktadır Kaya üzerinde inşa edilmiş türbenin yanında san’at değeri olan bir mescidi ve yanında çeşmesi vardır Türbe altıgen plânlı olup, üst kısmı sonradan yapılmış yalnız cenâzelik kısmı mevcuttur İçinde büyük bir sanduka bulunmaktadır

Seyyid MuhammedKattâl Türbesi: Elazığ-Diyarbakır yolu üzerinde, Kartaldere köyündedirHakkında fazla bir bilgi yoktur Peygamber efendimizin dördüncü göbekten torunu ve büyük bir zât olduğu, türbedeki kitâbeden anlaşılmaktadır Türbenin bitişiğinde ayrıca mescid vardır

Hoca Hasan Hamamı: Ağa Câmiinden anayolu tâkip ederek gidildiğinde sağda yer almaktadır Kurşunlu Câmiinin güneyinde bulunur Zamânımıza kadar iyi gelmiş klasik Osmanlı tipi hamamlarından biridir Soyunma, ılıklık ve yıkanma yerlerinden meydana gelmiştir İki giriş kapısı bulunur Soyunma yeri kare plânlı ve üzeri kubbe ile örtülüdür Tamâmen yıkılmış olan ılıklıktan yıkanma yerine geçilir Yıkanma yeri dört eyvanlı ortası büyük kubbeli ve köşelerde birer kubbeli halvetlerden meydana gelmiştir

Cemşit (Cimşit) Hamamı: Sara Hâtun Câmii bitişiğinde bulunan bu hamam klasik Osmanlı hamamları tipindedir Zamânımıza kadar bozulmadan gelmiştir Su ihtiyâcını ünlü Dabakhâne şifâlı suyu ile karşılayan Cemşit Hamamının bâzı dert ve sıkıntılara karşı çok etkili olduğuna halk arasında inanılmaktadır Soyunma yeri kare plânlı ve üzeri kubbe ile örtülüdürİçte ortada havuz, kenarlarında setler bulunmaktadır İki kapı ile ılıklık kapısı geçilir ve yıkanma kısmı Sara Hâtun Câmiine dayanır Bu yapı, Yavuz Sultan Selîm’in Palu sipâhi beylerinden Cemşit Bey tarafından yaptırılmıştır (on dördüncü asrın ilk yarısı) Vakıflar Genel Müdürlüğü bu hamamı restore ederek halkın hizmetine açmıştır

İbrâhim Şah Kervansarayı: Elazığ-Çemişkezek yolunda Fırat köprüsünden öncedir On üçüncü asırda Artuklular’dan Nizâmeddîn İbrâhim inşâ ettirmiştir

Dördüncü Murâd Hanı: Elazığ’ın Denizli köyündedir Kışlık ve yazlık bölümlerden meydana gelen hanın giriş kapısının solunda bir mescid vardır Bugün yıkık durumdadır

Meryem Ana Kilisesi: Harput’ta bulunan en eski Süryâni kilisesidir Kilise iyi bir durumda zamânımıza kadar gelmiştir Dikdörtgen plânlı olup, bir duvarını bunun oturduğu kaya teşkil etmektedir Diğer duvarları moloz taşlarla örülmüştür Dışarı taşkın apsis önü yarı kubbe ile, diğer kısımları molozlarla örtülüdür Apsis kenarındaki hücrelerden kaleye giden gizli yolların mevcut olduğu söylenmektedir Bugün bu kısımlar toprakla dolmuştur İlk inşâsına âit kitâbe mevcut değildir Mardin Süryâni metropolitindeki kayıtlardan alınan bilgilere göre 1179 ile 1845 senelerinde onarılmıştır

Harput Müzesi: 1960’da Alacamescit Medresesi’nde açılmıştır Çeşitli çağlara âit târihî eserler sergilenmektedir

Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi: 1965 senesinde kurulmuştur Bugün Fırat Üniversitesi Rektörlüğü Kampüsü içerisindedir

Mesîre Yerleri

Hazar Gölü: Elazığ’ın 30 km güneyinde, 70 km2’lik bir alanı kaplayan bu göl Mastar ve Hazar Baba dağları arasındadır Çevresi yemyeşil, manzarası güzel, kıyıları kumsaldır Gölün bir tarafından Elazığ-Kurtalan, öbür tarafından Elazığ-Diyarbakır devlet karayolu geçtiği için ulaşım kolaydır Göl her çeşit su sporuna elverişlidir Bol balık avlanır Ortasında bulunan iki küçük adadan birinde (Manastır adasında) bir nasrâni tapınağı vardır Hazar gölü yaz aylarında çevrenin deniz ihtiyâcını karşılar

Zafran: Merkez ilçede yeralan bir mesîre yeridir Güzel bir içme suyu, yüzme havuzu, piknik yapanlar için masa-bank ve ocak vardır Günde normal 1500 kişi faydalanabilecek durumdadır

Buzluk Mağarası: Harput’a 12 km uzaklıktadır Türkiye’de bir benzeri bulunmayan mağarada yaz mevsiminin sıcak günlerinde buz oluşmakta ve buzlar kışın erimektedir Mağara tavanından sarkan ve tabandan yukarıya doğru yükselen sarkıt ve dikitlerin seyrine doyum olmaz 1991 senesinde tabiî güzelliği bozulmadan merdiven ve ışıklandırma sistemi yapılmıştır

İçmeler ve Kaplıcalar: Elazığ içmeler ve kaplıcalar bakımından zengindir Fakat yeterince faydalanılmamaktadır
 
Mürüdü (Sarılık) Çeşmesi: İl merkezinin 7 km kuzeyinde yer almaktadır Bir çeşmeden akan Mürüdü suyu hidrokarbonatlı ve kireçli bir su olup, sarılık hastalığına iyi gelmektedir Bu yüzden sarılık çeşmesi de denilmektedir

Hırhırık Mâdensuyu: Elazığ’a 5 km uzaklıkta Gümüşkavak köyündedir Ağrı ve kaşıntılara iyi gelir

Harput Dabakhane Şifâhânesi: Harput Kalesinin kuzeyinde dere içerisinde yer alır İlk olarak kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen binâ 1988’de yeniden inşâ edildi Suyun sıcaklığı -5°C’dir Mîde, barsak, karaciğer, romatizma hastalıklarına ve rûhî deprasyonlara iyi gelir

Yurtbaşı Mâdensuyu: Acı su olarak da bilinir Elazığ’a 16 km uzaklıkta Yurtbaşı kasabası yakınlarındadır Suyun sıcaklığı 19°C’dir Böbrek taşlarının düşürülmesinde, mîde ve barsak, karaciğer rahatsızlıklarına iyi gelir

Kolon Kaplıcası: Karakoçan ilçesine 27 km uzaklıktadır Banyo kürlerinin sâkinleştirici ve damar genişletici etkisi vardır İçme kürlerinin ise mîde, barsak sistemi ile karaciğer ve safrakesesi üzerinde olumlu te’siri vardır

Buhan Hame Kaplıcası: Bozcanak köyündedir Romatizma ve siyatiğe iyi gelmektedir

Genefik (Yelpınarı) Mâden Suyu: Elazığ’a 30 km uzaklıkta Genefik köyü ile Zerteriç köyü arası Bezerker Çayı mevkiindedir Banyo kürleri ağrılara ve deri hastalıklarına iyi gelmektedir
 

Kaynak: http://www.forumacil.com/dogu-anadolu-bolgesi/20492-elazig-sehir-tanitimi.html#ixzz1utAijtqK